Kahve kelimesi etimolojik köken olarak çok farklı görüşlere sahip olmaktadır. Etimolojik açıdan ileri sürülen görüşlerden en çok taraftar bulanı, bugün Avrupa dillerinde “cafe”nin türetildiği Latince “coffea”nın Güney Habeşistan’da başlıca kahve üretim merkezi “Kaffa”dan geldiği ve dolayısıyla Afrika’daki bu yüksek yayla bölgesinin kahvenin anavatanı olabileceği şeklindedir.
Kahvenin kökeninin nereden geldiği hala daha günümüzde tartışılıyor olup bir sonuca bağlanmamıştır. Çoğunluk kahvenin kökeninin Habeşistan’dan günümüzdeki adı ile Etiyopya’dan çıktığını kabul etmiştir.
Bir rivayete göre keçi çobanı olan “Kaldi” nin keçilerini otlatırken keçilerinin her zamankinden daha yükseğe zıpladıklarını fark ediyor ve keçilerini takip ediyor. Keçilerinin bir bitkiyi yedikten sonra bu kadar yükseğe zıpladıklarını gören keçi çobanı Kaldi ilk kahveyi keşfetmiş oluyor. Daha sonra bu bitkiyi İçecek olarak dünyaya tanıtan bir kişi olan Şazili ile başlar. Asıl adı Nureddin Ali bin Abdullah olan (lakabı Ebu’l –Hasan Şazili) zat Habeşistan’da bir dergah erbabıdır. Şeyh Şazili 700’lü yılların başında dergahından kovulup dağlara sürgün edilirken hayatta kalmak için kahve bitkilerinden kiraz gibi yer ve çömlekte kahve çekirdeklerini su ile kaynatıp içerek yaşar. Muha’da salgın hastalık meydana gelir ve Şeyh Şazili’den yardım isterler. Şeyh Şazili kahve kaynatıp hastalara dağıtarak salgını bitirir. Şeyh Şazili kahveyi kaynatırken kahve taşıp etrafa dökülünce hayrete düşüp kahvenin etrafa yayılacağını söyler. Türkiye’de ise kahve taşınca buna ithafen “kısmetin taştı” diye söylenir. Kahveyi daha sonra Şaziliye tarikatındaki sofiler ibadetlerini daha fazla yapmak için kahve tüketmeye başlıyorlar. Bu nedenden dolayı ise uzun bir zaman boyunca kahve “sofi şerbeti” olarak anılıyor.
1517 yılında ise Yemen Valisi olan Özdemir Paşa tadını çok beğendiği kahveyi İstanbul’a getirmiş ve Osmanlı’nın kahve ile tanışmasını sağlamıştır.
 Kahve Osmanlı’dan Avrupa’ya nasıl geçmiştir ona bakalım. 1529 yılında ise Osmanlı Devleti’nin yapmış olduğu Viyana kuşatmasında mağlubiyet ile sonuçlandıktan sonra çok ağır olan kahve çuvallarını geri almamışlardır. Savaş meydanında kalan çuvalları atacak olan Avrupalıları son dakika uyaran Osmanlı içinde casus olarak bulunan ve kahvenin ne olduğunu bilen Avusturyalı Kolschitzky kahve çuvallarının atılmasını engelleyerek özel izin ile kahve üretimine başlamıştır. Günümüzde de Viyana’da bulunan ve kafeleriyle ünlü olan caddenin adı Kolschitzky’dir.
 
Kahvenin Avrupa topraklarına geçişinin en büyük nedenlerinden biriside Venedikli tüccarların ticaretine yardımcı olan II. Selim’in Hasekisi Nurbanu Sultan’dır. Asıl adı Cecilia Venier-Baffo’dur. Hatta Viyana merkezli kurulan büyük bir kahve firmasının logosunda Nurbanu Sultan’nın görseli yer almaktadır.
Kahvenin ticari bir meta haline gelmesi ve hızlı yayılmasını engellemek isteyen Osmanlı Devleti; kahve tohumlarının ve kahve fidelerinin Arabistan yarımadası dışına çıkarılmamasını emretmiş ve Avrupalılara kahve satışını yasaklamıştır. Budan adında Hintli bir hacı kahve fidesini Arabistan yarımadası dışına kaçırmış 1661 yılında Amsterdam’a götürmüştür.
Bu olaylardan sonra her ülke kahvenin hem ticari hem de sağlık açısından önemini ve yararını keşfetmiş olup kahveyi daha çok yaygınlaştırmışlardır. Her ne kadar Osmanlı Devleti kahvenin satışını yasaklamış olsa bile; kahvenin büyümesinin ve ilerlemesinin önüne geçilemeyecek bir durum hal almıştır.
Kahvenin keşfi ile ilgili olarak Şeyh Şazili’yi “Kahvecilerin Piri” olarak anılmaya başlanmıştır. Bu sebepten dolayı Osmanlı Devleti’ndeki bütün kahvehanelerde aşağıdaki beyit gözükmektedir;
“Her seherde besmele ile açılır dükkanımız,
Hazret-i Şeyh Şazili’dir pirimiz üstadımız.”
Tüm bu rivayetlerin yanı sıra kahvenin ilk ortaya çıkışının kesin olduğu en eski bilgi vardır. Ortaçağda yaşayan büyük tıp alimi İbn-i Sina’nın “ilaçlar öğretisi” adlı kitabından anlaşıldığı kadarıyla yaklaşık 1000 yıllarında kahveyi bildiğini, sevdiğini ve kullandığını belirtmiştir. Kahvenin ilaç tesirinden bahsetmiştir. Ayrıca Türk asıllı Ebubekir’in; asıl adı Ebû Bekir Muhammed bin Zekeriyyâ er-Râzî (865, Rey – 925, Rey) El-Havi adlı yirmi ciltlik eserinde kahvenin sağlığa yararında ve hastalıklarda büyük etkisi olduğu söylemiştir. Bunun yanı sıra Şeyh Şazili Muha’da çıkan bir salgını kahve ile bertaraf ettiği bilinmektedir. Avrupalı doktorlar yıllar sonra kahvenin öldürücü zehir olduğunu söylemişlerdir. Kahvenin cüzam ve felç gibi hastalıklara neden olduğunu belirtmiş olsalar bile Avrupa’da kahvenin yararını gören kişiler kahveyi ilk olarak eczanede satmaya başlamışlardır.